iskendersavasir.comwebsitesi, Haziran 2018’de kaybettiğimiz İskenderSavaşır’ın
kültürel çalışmalarına ulaşmak isteyenlere yardımcı olmak; daha önemlisi
onu, hiç tanımamış insanlara tanıtmak amacıyla kuruldu.
Savaşır’ın eşi İştarGözaydın ve öğrencisi BatuhanSaç'ın
önderliğinde ortaya çıkan web ortamına, sizlerin de katkılarını bekliyoruz.
İskender Savaşır'a ait sitede bulunmayan her türlü materyali bize
ulaştırabilirsiniz...
İskender Savaşır
“Ben
konuşmaya devam ediyorum. Benim için eğitim böyle bir şey.
İsterseniz çok geriye götürelim bunu, Platon’un Sempozyum’una, konuşmak benim
için bir Şölen dir. İçeriz, konuşuruz, tatlı tatlı yanlışlarımızı
birbirimize gösteririz. Benim için eğitim denen şey, sözün sürekliliğidir.”
Elké, mitolojik bir karakterin Mezopotamya kültüründe geçen
isimlerinden biri aslında. Her kültürde farklı isimlerle biliniyor. Ermenilerde
Alk, Orta Asya Türklerinde ve Anadolu’da Alkız, Albastı Karısı, Almast,
Kürtlerde Elké, Pirevok, Pirebok olarak söylencelerde geçiyor. Roman çıkış
noktasını Lilith mitinden alıyor. Kutsal kitaplarda yer almasa da mitolojide ve
birçok kadim inanışta, Âdem’in ilk eşi Lilith’ten bahsedilir.
Bu inanışa göre; aynı topraktan yaratılmış olmalarına rağmen
Lilith’ten Âdem’e biat etmesi istenir. Kabul etmeyince gözden düşer, eşitlik
ısrarında diretince de cennetten kovulur. Bu romanın ana karakterlerinden biri
olan Elké de, Lilith’e yapılanları kabul etmeyip lanetlenen ve yeryüzüne
sürülen melek soylu varlıklardan biridir. Bin yılların unutuşunda, kuş uçmaz
kervan geçmez, zemherilerin kış masalları fısıldadığı bir dağ köyü… Ateşin
başında, o eski dillerin kadim söylencelerini anlatırdı masalcı kadınlar.
Büyülenmiş gözlerinde karanlığı kovalayan alevlerin oynaştığı çocuklar,
masalların gerçek olmadığı için bu kadar güzel olduğunu bilmeyecek yaştaydılar.
Kadim kültürlerde benzer karşılıkları olan ve her bir dilde farklı isimlerle
bilinen Elké ve onun bin yıllar süren intikamı, o eski dağ köyünü ve ailenin
peşini bırakmayarak nesilden nesle yenilenecektir.
Elke, Klaros Yayınları
Elké: Ateşle Mühürlenen’de; bin yılların yorgun bilgileri,
şifacılık, cennetten kovulmuş melekler, doğaüstü olaylar ve karşılaşmalar,
kuşaklar boyunca süren ailelerin serencamları, Türk, Kürt ve Ermeni halklarının
iç içe geçmiş, dil ve din farklarının da ayıramadığı ortak kültür ve
tarihleridir anlatılan. Yolların, sürgünlerin, yoksulluğun, ayrılıkların ve
ölümlerin araya girdiği bu ölümcül kovalamacaya, Elké’nin binlerce yıl
öncesinden hasımları da katılacaktır. “…Ben ki kutlu ateşten ve ışıktan
gelenim… Âdem’den öncesi ve sonrası yaratılanlar şahidim olsun… Tanrının
lanetlediği bütün mahlûkata and olsun ki; senin ve senden sonrakilerin ocağı
huzur bulmayacak, toprağın bereket, soyun rahat yüzü görmeyecek; dirlik, düzen
tatmayacak. …İşte o zaman senin kıyametin başlayacak. Sen ve zürriyetin, asla
tanrı buyruğu ile ölmeyeceksiniz.” Bu anlatı; masalından kovulan kötücül bir
varlığın hikâyesidir.
Raziye Kubat,
“Çağrılmayan Yusuf” başlıklı sergisiyle 18 Şubat - 28 Mart 2014 tarihlerinde Hayaka Artı’da izleyicisiyle buluşuyor.
Sanatçının “Çağrılmayan Yusuf” sergisi, kitabının yanı sıra, görsellerden, video çalışmalarından ve aynı zamanda da
Dalgın Sular Çizgi Roman dergilerinin eşliğinde, çok kapsamlı arayüz
okumalarından oluşuyor.
Açılış: 18 Şubat 2014 Salı 18:00
Sergi:
23 Şubat - 28 Mart 2014 Ziyaret
Saatleri: Çarşamba – Cumartesi, 12:00 - 18.00
Hayaka Artı
Adres: Çukurcuma Caddesi No:19A Tophane - İstanbul
Raziye Kubat, “Çağrılmayan Yusuf”
Raziye Kubat’ın
Dalgın Sular’la yolunun kesişmesi, 2012 yılı içindeki etkinlikler aracılığıyla
oldu. Sanatçı, Adapazarı’nda
"Kafkas Sürgünü" başlığı altında, gravür/linol baskı atölyesinde
sürgünlerin tornlarıyla çalışmalar yürüttü. Bunun yanı sıra, eş zamanlı olarak
"Sürgünlerin İzinde/Nani" isimli bir video yerleştirmeyi,
"Kefken Çerkes Sürgünü Anma Etkinliği" kapsamında, Kefken
mağarasında, Kafkas halkıyla buluşturdu.
Yusuf’un Hikayesi
1860’ların
başlarında Kafkas sürgünü meydana gelir. Gupse, “zorunlu göç” sonucu yollara
düşer. Onu, sürülen Kafkas halklarını taşıyan teknelerin birinde görürüz.
Tekne, Kefken – Adapazarı’nda karaya vurur. Binbir zorlukla Gupse
Adapazarı’ndan İstanbul’a ulaşır. Gupse çaresizdir ve yanında Hain’den olan oğlu
Yusuf vardır. Kendini tükenmiş hisseden Gupse, oğlu Yusuf’u Beyazıt'taki
“pazar”da satar. Ve satar satmaz da pişman olur. “Vazgeçtim” diye bağırdığı o
trajik an Gupse'nin “bugün”e dirildiği andır. “Çağrılmayan Yusuf”
sergisi, satılan çocuk Yusuf’un ve soyunun serüvenidir.
Sanatçı Raziye
Kubat, sergisinde, bir yandan kendi öznel deneyimini gerçekleştirirken, bir
yandan da sosyal sorumluluğunun getirdiği bilinçle sıra dışı bir çalışma ortaya
koymaktadır.
Görsel Çağrılmayan Yusuf / Yusuf Who Was Not Called A4 kağıt üzeri karışık teknik Mixed media on A4 paper 2013
“Çağrılmayan Yusuf” kitabı, satılan çocuk
Yusuf’un ve soyunun serüvenidir. Bizler bu serüvene
eşlik ederken arka planda da Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına ve yeni
Türkiye’nin kurulmasına tanıklık ederiz.
"Raziye ve kitabı sayesinde Dalgın Sular'la
neyi yapmak istediğimi, ondan ne umduğumu biraz daha iyi anlamış oldum sanki... Hepimizin hayatına içkin olan unutulmaya yüz tutmadan önce
bölüneceği, saçılacağı binbir hikâye, imge, anlatı, rivayet, efsane hakkında
bir fikir sahibi olmak... Kitabı okuduğumda zamanın kuyusuna
bakmış gibi olacağıma, gözlerimin kararacağına aşağı yukarı eminim. "bu,
iyi" diyebileceğim, belki diyemeyeceğim; bazen
dehşet içinde oradan uzaklaşmaya çalışacağım. Peki, neden?
Anlatıya göre, her şeyin bir yanılsama, bir serap, sonsuz ve beyhude bir akış
(samsara) olduğunu idrak eden Prens Siddharta, bir Buda ağacının
altına çekilmiş, bu akışı düzenleyen ve ona katlanmayı (ve belki de aşmayı)
sağlayan yasa (dharma), üzerine düşünmeye başlamış.
Derler ki, aynı
bilinci ulaşan bir başka Buda, gülmeye başlamış ve hâlâ da gülüyormuş. Galiba Dalgın Sular'ın böyle bir kahkahayı besleyen kaynaklardan biri
olmasını isterdim. Ama tabii, yine de herkes bildiği gibi kullanacak Dalgın Sular'ı, bizi, anılarımızı, hikâyelerimizi..."
Ekinlik, 10 Aralık Salı
gününden itibaren, 8 hafta boyunca her Salı saat 20:00'de gerçekleşecektir. ‘Modern Olmanın Trajedisi: Shakespeare’ semineri İskender Savaşır tarafından verilecektir.
Shakespeare
Semineri Oturum Akışı
1. Dünyanın Büyüsünün
Bozulması: Geleneksel Toplum, Rönesans ve Modernlik.
2. Shakespeare’in Çağı ve
Hayatı… İngiliz Rönesansı’nın özgüllüğü, devlet ve şehir çekişmesi… Kadınlar
saltanatı.
3. Silah, para ve bilgi.
İktidarın geleneksel dayanakları ve bunların yozlaşmaları… Marlowe’un oyunları.
4. Shakespeare’in
oyunlarına genel bir bakış… Oyunların sıralaması… Tarihsel oyunlardan, komedi
ve trajediler üzerinden masallara.
5. Shakespeare’de kötülük
sorunu ve doğal düzen. III. Richard’dan Othello’ya…
6. Merhamet ve Yasa…
Venedik Taciri…
7. Hamlet’in melankolisi:
Kerem Eksen ile birlikte
8. Kapanış Tartışması…
Adres: Caferağa Mah. Bahariye Cad.
Halil Etham Sk. No: 34 Kadıköy /
İstanbul
Mart 2012 sonunda, hikâyenin yazılması
sürecine girildiğinde, ilk akla gelen
sorulardan biri “Çizgi roman dediğin şeyin süper kahramanları olur; bizim süper
kahramanlarımız kim?” oldu. Ekibin süreç içinde geliştirdiği ilk yanıt; Gece Kraliçesi ile Hızır, hemen
ardından ise Yedi Uyurlar’dı.
Fakat
Gece Kraliçesi ve Hızır, “süper kahraman” olarak çizgi roman dili içinde fazla
güçlü iradeler idi. Kraliçe ve Hızır teolojik anlamda “melek” kavramını işaret
eden metafizik güçlerdi ve “yüce”ye işaret ediyorlardı. Onlar, insani şahsiyet görünümü almalarına karşın tümel bir soyutlamanın evrenini temsil
ediyorlardı. Bu
sebeple daha insani boyutta olan, hatta insan zaaflarına sahip Yedi Uyurlar,
Dalgın Sular’ın süper kahramanlarını oluşturdular.
Ahenk
İlkeleri
Gece
Kraliçesi ve Hızır, zamanın dokusu yırtıldığında ortaya çıkan “ahenk”
ilkelerini temsil ediyorlar. Bu iki ulvi figür, zamanda dokusunda yaşanan
yırtılmayı tamir etmeye çalışıyorlar. Ece ile Hızır, evrene nizam verme konusunda aynı
amacı taşımalarına rağmen, amelleri farklılık gösteriyor. Varlığın düzeni için motive olan bu iki figürün asıl ortak özelliği,
tüm insanüstü güçlerine rağmen zamanın dokusundaki yırtığı tek başlarına tamir
etmeye muktedir olmamalıdır. Ece ve Hızır’ın ahenk için,
insanlara ve belki de birbirlerine ihtiyaçları var. Ece ve Hızır, ahenk için insanlara ihtiyaç duyuyorlar çünkü zaman,
insanlara aittir ve zamanın tamir edilmesi ancak insanlar ile olacaktır.
Kraliçe’nin
Tavrı
Ece
zamanın dokusundaki yırtılmayı, tarafı olduğu karanlıktan hareket ile gecenin hâkimiyetinde
kurmaya çalışıyor. Ve bunu yapabilmesi için insanların enerjisine,
kalplerindeki ve akıllarındaki karanlığa ve de geçmiş hikâyelerine ihtiyaç duyuyor.
Ece, İnsanın kendi geçmişi ile olan
karanlık enerjisini bildiği için daha çok ölümden dönenlerin, dirilenlerin
yaşamına yöneliyor. (Kraliçe hakkındaki bir başka blog yazısı için tıklayınız.)
Hızır’ın
Tavrı
Hızır ise, zamanın akışının insanların kendi eylemleri
ile belirlenmesini istiyor. Hızır, hayatın ve zamanın yaşayanlara
bırakılmasından yanadır. Hızır, dirilenler olarak yaşama dönenlerin, yaşayanların sırtına bindirdiği "ölüm yükünü hafifletmeye" çalışıyor. Hızır,
gündüzün, yaşamın ve insanın yanında yer alıyor.
Zaman
içinde seyahat edebilen bir figür olarak Hızır, zamanın dokusu yırtıldığında
geleceği öngörme yetisini yitiriyor. Hayatın bilgisine ve hikmetine sahip olan
Hızır, yırtılma karşısında eylem ve hal olarak insanlar gibi "kararsız" kalabiliyor. (Hızır hakkındaki bir başka blog yazısı için tıklayınız.)
Yedi
Uyurlar’ın Tavrı
Dalgın Sular'daki doku yırtılması karşısında yaşanan kararsızlık, Yedi Uyurlar’da kendini belirginleştiriyor. Dalgın Sular’ın
süper kahramanları olarak Uyurlar, dokunun tamiri için taraf tutma
ve eyleme geçmede ikileme düşüyorlar.Yedi Uyurlar, nizamı âlem için ne
yapacakları konusunda emin değiller ve aslında kimse değil… (Yedi Uyurlar hakkında bir
başka blog yazısı için tıklayınız.)
Hayır
ve Şer
Dalgın
Sular, gerek anlatım, gerek ise görsellik olarak fantastik edebiyat ve
sinemadan, Amerikan “comics” geleneğine kadar uzanan geçiş bir perspektiften
besleniyor.
Ama
Dalgın Sular’ın bir farkı var. Geleneksel fantastik anlatılar “iyi ile kötünün
çatışması” üzerine kurulu iken, Dalgın Sular bu alanın dışına çıkmayı
hedefliyor. Dalgın Sular için, iyi ve kötü birbirinden tam olarak ayrılmış hal
ve eylemler değildir. Bizim için iyi ve
kötü, durduğu yere göre değişebilen, “şimdi” ve “burada” belirlenimi içinde
aynı ruhsal-fiziksel enerjilerin farklı şekillerde görünümüdür. Anlatı evrenimiz "iyi ve kötünün ötesinde" düşünme ve eylem biçimlerini, görselleştirmeyi amaçlamaktadır. Dalgın Sular bir oyundur, davettir.
Bu
bağlam içinde Dalgın Sular, “Hayır da şer de Allah’tandır” ilkesine sadık bir
anlatı evrenidir. Ya da, Her şey O’ndandır.
Projenin Adı: “Dalgın
Sular” Çizgi Roman Eğimi Projesi
Uygulama Yeri: Metris T1 Cezaevi
Hedef Kitle: Erkek Tutuklular
Kapsadığı Dönem: Mayıs – Eylül 2012
Kurumun Adı: Aralık
Derneği ve CISST
Proje Özeti:
“Dalgın Sular” adlı çizgi roman dergi ekibi, 2012 yılında Metris
Cezaevi’nde 5 ay süren bir “eğitim programı” yürüttü. Projenin ana hedefi, genç
tutuklulara dışarı çıktıklarında kendilerine geçim kaynağı oluşturabilecek bir “mesleki
birikim” kazandırabilmekti. Eğitim programının içeriği; yazı, çizim ve
bilgisayarlı grafik atölyelerinden oluşturulmuştu. Yazı ve çizim atölyeleri sonunda,
cezaevlerinde proje dâhilindeki atölyelere devam eden katılımcıların, dergiye “ürün
vererek katılması” amaçlanmıştı.
Katılımcılara “Dalgın Sular” çizgi romanın konusunun “ölülerin
dirildiği bir fantastik dünyada yaşanan olaylar” olduğu açıklandı. Böyle bir
konunun, gençlerin kendi geçmişleri ile “sembolik düzeyde yüzleşmesi” açısından
önemli bir fırsat sunacağı düşünüldü.
Projenin Sunuluşu:
Aralık Derneği, 2011 yılında ceza
infaz sistemi içinde yer alan, eğitim olanaklarından göreli olarak “yoksun
kalmış çocuklara” yönelik kapsamlı bir çalışma projesi tasarladı. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin
(CİSST) destek ve önerisiyle çalışmaya, Metris Gençlik Cezaevi’ndeki 18-21 yaş
arası erkek tutuklularla başlanmasına karar verildi.
Proje etkinlikleri, Dalgın Sular
dergi ekibinin projeyi tanıtmak amacıyla Metris Cezaevi’ni ziyaretiyle başladı. Tanıtım toplantısında yapılan bilgilendirme sonucunda cezaevi yönetimi tarafından kursa
katılmak üzere 22 öğrenci belirlendi. Proje
atölyelerinin sadece hobi niteliği taşımadığı, atölyeye katılacak öğrencilerin
tahliye olduklarında çıkacak çizgi roman dergisinde “yetenekleri doğrultusunda
yazmaya veya çizmeye nasıl devam edebilecekleri” anlatıldı.
Eğitim Süreci
Atölyeler, katılımcıların
birbirlerini tanıma, ortak bir üretim sürecini paylaşabilme, duygularını ifade
edebilme ve yapılan işler üzerinde konuşarak aralarındaki iletişimi kuvvetlendirmeye
yönelik tasarlanmıştı.
Yazı ve çizim atölyesi kapsamında Mayıs, Haziran
ve Temmuz aylarında haftada birer kere olmak üzere toplamda 20 ders
yapıldı.İlk derse katılım 16 kişi idi, süreç içinde 5’e indi. 6 kişi ya tahliye edildi ya da hüküm giyip Metris Cezaevi’nden ayrıldı.Çizim
atölyesi, akademik desen eğitiminin en temel çalışması olan “çizgi çalışmaları”
ile başladı. Daha sonra
cansız nesneler, yatay-dikey biçimler, oran-orantı ve kompozisyon konuları
üzerinde duruldu. Figür çizimleri için beden çalışmaları, baş ve portre
detayları üzerine çalışmalar yapıldı. Çizim
atölyesi için tutuklu öğrencilerin eksik kaldıkları gözlemlendi.
Yapılan çalışmalar, tutukluların en çok kendi
memleketleriyle ilgili hikâye yazmak istediklerini ortaya koymuştur. Tutukluların
daha çok “dilenciler, engelliler, romanlar, kimsesizler…” gibi toplumun “dezavantajlı”
diyebileceğimiz grupları ile ilgili konularda yazıp çizmek istedikleri tespit
edilmiştir.
Sonuç:
“Dalgın Sular” projesi çizgi roman dergi ekibinin5 ay yürüttüğü yazı ve resim atölyesininkatılımcı sayısı, gerek tahliyeler ve gerek sevkler sebebi ile süreç
içinde 22 kişiden 4 kişiye düştü. Yapılan çalışmalar sonucunda, “tutuklu”
cezaevinde “Dalgın Sular” projesinde olduğu gibi “süreklilik” arz eden
çalışmaların çok güç olduğu, neredeyse “imkânsızlaştığı” gözlemlenmiştir. Bu güçlük, sadece tahliye veya sevk
durumlarında değil, eğitim sürecinin kendisinde de yaşanmıştır.
Mahkeme sonuçlarına odaklanan gençler, bir dergi çalışmasına ürün vermeye
yönelik atölyelere aktif katılım gösterememektedirler. Öğrencilerin, daha çok
sıkıntılarını hafifletmeye yönelik çalışmalarına ve “hobi faaliyetlerine”
ihtiyaç duydukları eğitmenlerimizce tespit edilmiştir. Dalgın Sular projesi dahilindeki
atölyeler ise, sadece hobi edinmeye yönelik çalışmalar değil, bunun yanında “tutuklu”
öğrencilerin dergiye “ürün vererek katılmalarını” da hedefleyen çalışmalardır. Bu durumda, proje çalışmalarına
tutuklularla değil de “hükümlülerle” devam edilmesi çok daha uygun
görülmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda “CISST ve Aralık Derneği”
olarak 9 ay sürmesini öngördüğümüz “Dalgın Sular çizgi roman projesi resim ve
yazı atölyeleri”ne, 5. ayın sonunda son vermeyi uygun gördük. Dalgın Sular
kolektif üretimi, ilerleyen dönemlerde özellikle “hükümlülerle” çalışmayı hedeflemektedir.
Sosyal sorumluluk
projesi için omuz omuza vermiş bir grup
sanatçı, Mart-Nisan 2012 tarihleri arasında Asfalt
Art Gallery ve RenArt Sanat
Galerisi’nde izleyiciye
sunulan “Dalgın Sular” sergisinde bir
araya geldi. Serginin ortak teması, İstanbul'un geçmiş karşısındaki
unutkanlığı ve geçmişiyle birlikte yaşama gayreti idi. Sergi aynı zamanda
Aralık Derneği'nden İskender Savaşır'ın çağrısıyla başlayan “Dalgın Sular Projesi”nin ilk tanıtım
faaliyetiydi.
Sanatçılar:
Komet
Raziye Kubat
Fırat Bingöl
Gökhan Deniz
Banu Muratlı
Deniz Aktaş
Mediha Aşkın
Deniz Çimen
Çağla Göksu
Fatoş Karadağ
Nebahat Karyağdı
RenArt Sanat
Galerisi (8 Mart - 23 Mart 2012)
Akkavak Sok. Ardı Apt. No:34 2/3 Nişantaşı / İstanbul
Hıristiyanlıktaki “Yedi Uyurlar” efsanesi ile İslamiyet’teki “Ashab-ı Kehf” inanışı arasında bütünlük vardır. Her iki anlatıda da
Yedi Uyurlar, “Tevhit” yani Allah’ın
birliğine iman etmişlerdir. Dalgın Sular’ın
anlatı evreni, her ne kadar “fantastik bir evren” olsa da, geçmiş-şimdi ve
gelecek ekseninde “tarihsel gerçekliğin” bilgilerinden beslenmektedir.Teolojik ve tarihi metinlerde, Yedi Uyurlar
ikinci defa uyanmazlar.
Dalgın Sular evreninde ise Yedi
Uyurlar, 7. yüzyıldaki ikinci uyanışları
ile İslamiyet’i benimsemiş kişiler olarak “anlatı evrenine” dâhil
edilmiştir. Dalgın Sular anlatısında ilk uyuyanlar, altı kişidir. İkinci
uyanışlarında kendilerine İslamiyet’i tanıtan kişi ile yedi olmuşlardır. Üçüncü uyanışları ise, 14. yüzyılda gerçekleşir.Dalgın Sular anlatısının ilk sayılarında yedi uyurdansadece üçü, karakter olarak belirginleşmiştir. Bu üç karakter: en
büyükleri olan Hadrianus, bir küçüğü Dion ve ortanca Maksi’dir. Dalgın Sular
anlatısında henüz kişilik özellikleri, serüvenlerini geliştirilmemiş ve
kolektif üretime açık “dört uyurlar”
daha bulunmaktadır.
İkinci Uyanış
İkinci uyanış, 7. yüzyılda Emeviler’in
İstanbul’u kuşatması sırasında, Efes’te
gerçekleşir. Mağarada uyuyan altı kişi uyanırlar, dışarıdaki ezan sesini
duyarlar ve bir çobanla karşılaşırlar. Çoban,
onlara Kur’an’dan bahseder. Kur’an
bilgisi ve ezanın anlamı ile kendi “Tevhit” inanışları arasındaki benzerliği
gören altı uyur, hemen “Müslüman”
olurlar. Daha sonra bu altı kişi, çobanı ve köpeği Kıtmır’i de yanlarına alıp, tekrar uykuya çekilirler. İkinci
uyanışlarından onlara katılan çoban, belirgin bir şekilde Keloğlan’ı anımsatmaktadır.
Doku Yırtılınca Uyanırlar
Dalgın
Sular’da zamanın dokusu ne zaman yırtılsa, Yedi Uyurlar uyanmaktadır. Onlar, zamanın dokusundaki yırtılmayı düzenlemek,
kargaşayı engellemek için Hızır ve Gece
Kraliçesi ile işbirliğine giderler. Fakat farklı kimlikleri ve özellikleri
olan Yedi Uyurlar, kargaşaya karşı mücadele ederken, nasıl hareket etmeleri
gerektiğinin kesin bilgisine sahip değildirler.
Dion (Dionysos)
Dion, karmaşık bir kimliktir. Dionysos’un
fizik üstü gücü, zamanın kutbu
olmasıdır.Her ne kadar kendisini, yetisini
ve geçmişini bilmese de zamanın dokusunda oluşan her yırtılma sonrası yaşanan
çatışma ve şiddet, onun yaşam alanı çevresinde şekillenir. Dion, hangi zamanda uyanır ise, kendini o zamanın bir kişiliği
sanmaktadır. Her uyanışında geçmişini
unutup, kendine yeni kimlik yaratmaktadır. Bizim anlatımızda, Hun
imparatoru Atilla’nın İstanbul’u işgal
etmesini engelleyen Dion’dur. Dion, 13. yüzyılda Bizans sarayında “Kralın Soytası” dır. 1980’lerde meydana gelen zamanın
dokusundaki yırtılma sonrasında Dion,
Ali isimli bir kunduracı olarak belirir.
Hain (Hadrianus)
Hadrianus’un gücü, savaşçılığıdır, fiziksel üstünlüğüdür ama aynı zamanda insani zaafları, tutkuları yoğundur. Hadrianus’un “Hain” ismi, Maksi’yi bir kadın için gece yarısı yolda bırakmasından
gelmektedir. Nerede şiddet, ölüm ve
isyan var ise; Hain orada belirmektedir. 13. yüzyıldaki üçüncü uyanışı
sonrasında Bizans askeri olan Hain, Haçlı
Seferleri’ne katılır. Hain, İznik’te Gece kraliçesi ile karşılaşır ve Gece Kraliçesi ile Hain, o gece birlikte
olurlar. Gece Kraliçesi, zamanın dokusundaki nizam için kendisi ile
birlikte çalışmasını ister; Hain bunu kabul eder ama bir şartı vardır. Bu
anlaşmaya göre Hain, zamanın içinde ne zaman uyanacağını, ne zaman dirileceğini
kendi bilecek, seçecektir ve anlaşırlar.
Hain’in bir sonraki görünümü, 1850’lerde Abhazya’dır. Şiddetin ve
isyanın merkezine yönelen Hain, Şeyh
Şamil’in askerlerine katılır;birlikte
isyan mücadelesi verirler. Bir gün Hain, ormanda bir diğer Dalgın Sular
karakteri Gupse (bebeğini satan
kadın) ile karşılaşır. Hain ilk görüşte Ahbaz güzeline âşık olur ve o gece
ormanda birlikte olurlar. Daha sonra Hain bilmez ama Gupse’den bir oğlu olur ve böylece Yedi Uyurlar,
ürüyerek insan soyağacına katılmış olur.
Maksi (Maximianus)
Maksi, Yedi Uyurlar’ın ortancasıdır.. Maksi’nin
yeteneği, insanların geçmişini
okuyabilmesidir. Maksi, ikilem ve belirsizlikiçinde yaşamaktadır. Üçüncü
uyanışları sonrasında Hadrianus ile birlikte Bizans askeri, savaşçısı olmuştur.
1980’lerdeki Haliç vakaları sonrasında
Maksi, yeni kurulan “Getto” yaşam
alanındadır. Bir yandan ÖKGE adına düzenin asayişi için çalışmak isterken; diğer yandan Dirilenler’in haklı olabileceğini
düşünmektedir.Bu ikilem içinde Maksi,
yavaş yavaş Hamlet’e dönüşür.
Fantastik evrenimiz içinde ÖKGE, "devlet aklı"nın 1980'lerdeki yeni bir yapılanması. ÖKGE'nin asıl kuruluş amacı, turizm sektörünün düzenini sağlamak ama 80’lerdeki Haliç olayı ile zamanın dokusundaki yırtılmanın gizlenmesi görevi, ÖKGE'ye verilmiş. ÖKGE, gizli ve açık eylemlerindeki sert müdahaleleri nedeniyle, halk tarafından alaycı bir tutumla “Ökkeşler” diye anılmakta. ÖKGE, İstanbul’da vuku bulan “ölümden" dirilenleri, “Getto” adı verilen bir
gösteri alanında toplayıp, şehir yaşamına-sisteme dâhil etmeye
çalışır. Fakat bu turistik amaç, kısa zamanda "patlama" ile karşılaşacaktır.
ÖKGE'ye dair bir eskiz
ÖKGE’nin yönetim kadrosundaki karakterlerin kişilikleri ve
geçmişleri ise, onların “devlet aklı” içindeki eylemlerini muğlak kılacaktır. “Dirilenler”
vakaları ile bizde devlet bürokrasisinden üç kişi ile tanışırız: Alp Akman, Yusuf Bey, Arkadaş…
Alp Akman
Babasını üç yaşında kaybettikten sonra, annesi ile amcasının yanına sığındı. Babasının neden öldüğünü kimse ona anlatmadı, kendisi de pek sorup araştırmadı. İlkokulu bitirdikten sonra Ankara Koleji’ni burslu olarak okudu. Kolej yıllarında zengin çocukların yanında burslu okumanın ezikliğini yaşadı. İstediği okulu, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi.
Mezun olduğunda ÖKGE yeni kurulmuştu, hemen başvurdu. Kısa zamanda, zekâsı ve çalışkanlığı ile ÖKGE’de yükseldi. Zamanın dokusunun yırtıldığı 1980’lerde, geleceğin “genel müdür adayları” arasında gösterilen "genç bir amir" olmuştu.
Alp öfkeli. Hem dirilenlere, hem "kolej çocuğu" gibi gördüğü Yusuf Bey'e öfkeli! Devlet aklının gizlenmeyi gerektirdiğini düşünüyor!
Yusuf Bey
Yusuf Bey, ÖKGE'nin başındaki kişi. Kendisini
“liberal muhafazakâr” diye tanımlamaya çalışıyor. Bu tanımlamanın derinliklerinde, kendisinin dahi nüfuz edemediği "aile tarihi" ile olan karmaşık ilişkisi aşikâr.
Geçmişini hem örtmeye, hem de ifade etmeye çalışıyor. Saydamlığa, barış içinde
bir arada yaşamaya inanıyor. Dalgın Sular'in bir başka karakteri Gupse ile kan bağı var.
Olaylarla ilgisinin derecesini belki hiçbir zaman
kavrayamayacak! Kendisi kadar, onu önceleyen "Yusuf" adlı diğer atalarının hikâyeleri
de Dalgın Sular’a zemin teşkil edecek.
Arkadaş
Onu
herkes “Arkadaş Bey” diye biliyor, oysa kendisi resmiyete düşkün biri değil. Arkadaş,
ikisinden de yaşlı, Yusuf Bey'in hocası... Devlet memuru değil, danışman. Her
zaman bulunduğu konumla kendisi arasında bir mesafe bırakmayı, gizliliği esas
almış. Geleceğin siyası kadroları ile ilişkilerini derinleştirmiş ama resmi
hiçbir görev kabul etmemiş.
1970’lerin
sıcak siyasal ortamında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ders vermiş.
Yusuf Bey ile o sırada öğrenci iken tanışmış. Arkadaş, daha sonra Yusuf Bey’in
ÖKGE’ye atanmasında ön ayak olmuş.
Arkadaş Bey, bir danışman. O, yılların entelektüel birikimiyle yaklaştığı olayları estetize etmeden
duramıyor. "Danışmanlık” onun zaman zaman iş olarak yaptığı bir şey değil,
adeta kişiliğinin temel ifadesi...
Dalgın Sular’ın 2012 yılındaki etkinlikleri içerisinde diğer bir "karşılaşma" sanatçı Raziye Kubat ile gerçekleşti. "Kafkas Sürgünü" teması üzerine etkinlik gerçekleştiren sanatçı, hem bir "dalgın sular anlatısı" hem de linotip (baskı muşamba) atölyesi düzenledi. Ortaya çıkan video görsel ve atölye ürünleri "Sürgünlerin İzinde/Nani" çalışması adıyla, Adapazarı Kafkas Kültür Derneği tarafından düzenlenen "Kefken Çerkes Sürgünü Anma Etkinliği" çerçevesinde sergilendi.
Raziye Kubat - Sürgünlerin İzinde/Nani
Raziye Kubat, linotip baskı atölyesi, Adapazarı, 2012
çocuklar linotip atölyesinde üretirken, Adapazarı, 2012
çocuklar linotip atölyesinde, Adapazarı, 2012
"Dalgın Sular / dergi ve sosyal sorumlukluk projeleri kapsamında verilen eğitim serüvenine eşlikte, yolum Adapazarı'nda Abhaz halkıyla buluştu. "Sürgünlerin İzinde / Nani" çalışması aynı zamanda yeni başladığım başka bir projenin de bir parçasıdır. Bu video, zorla göçe ve vazgeçişe maruz bırakılmış tüm halklara ve insanadır. Şiir: Bagrat Şinkuba Raziye Kubat"
Dalgın Sular’ın ne olduğunu anlatmak kadar, kast edileni,
burada yapılmaya çalışılanı anlatmak da kolay olmuyor. İlk tohumlar 1980’lerde
atılmıştı, “Defter çevresi” diye anılacak arkadaşların iş sonrası muhabbet
meclislerinde… Ardından hikâyeler gelirdi. Birinin başladığı hikayeyi bir
başkası sürdürür, bazen hikaye ertesi akşam kaldığı yerden devam eder, bazen
unutulurdu.
Zamanla bu anlatı ve evreni unutulmaya yüz tuttu. Ta ki, 2012
Aralık ayının geç bir akşam saatine kadar…
Bastırılmış olanın geri
dönüşü
Psikanalizin imkanları üzerine verdiğim derslerden birini
akşamında, iki genç arkadaşa bu hikayelerden söz ettim. Hayal bile edemezdim o
akşam konuşulanların buralara varacağını… Mart ayına gelindiğinde, “proje” diye
anılan bir eylem ve doksan kişiyi bulan bir grup ortaya çıkmıştı. Bu dönemde
içinde şöyle bir metin oluşturmuştuk:
“Bu projede, Yahya Kemal’den esinlenerek “dalgın sular” diye
adlandırılmış bir anlatı evreni, resim ve öykülerle var edilmeye
çalışılacaktır. Haliç’in geçmişini “kusmakta” olduğu anlaşılacak; İstanbul tamamen geçmişiyle iç içe geçmiş bir hayat sürmeye başlayacaktır.”
Sergiler
Aralarında üslup, öğreti bilirliği olmayan, sırf bu projenin
heyecanı ile bir araya gelmiş 11 sanatçı ile Mart – Nisan aylarında “Dalgın
Sular” tanıtım sergileri açıldı. İlk sergi Nişantaşı’nda Galeri Atölye’de,
ikinci sergi ise Kadıköy’de Galeri Asfalt’da gerçekleşti.
Metris
İlk evrelerde sıkça başvurduğumuz kavram, Latife Tekin’in
1980’lerde terimleştirdiği “yoksulların enerjisi” kavramıydı. Bu arada hem eğitim vermeyi,
hem de birlikte çalışmayı hedeflediğimiz bu kesimlere nasıl ulaşacağımızı
düşünüyorduk.
Projeye katılan arkadaşlar arasında cezaevlerinde çalışmış
kişilerin bulunması ve CİSST (Cezaevleri ve İnfaz Sisteminde Sivil Toplum)
Derneği’nin verdiği katkı, bizi ilk olarak cezaevlerinde çalışmaya yöneltti. Bir açıdan bakıldığında 2012 yılı Mayıs - Eylül ayları arasında
Metris Cezaevi’nde sürdürülen çalışma başarısız oldu. Dergide kullanılabilecek
türden hikaye ya da çizimlerin üretilmesini sağlayamadık. Bugünden baktığımda
bu başarısızlığın esas nedenin, mahkûmlarla değil, tutuklularla çalışmak
olduğunu düşünüyorum. Mahkûmiyetleri kesinleşmemiş tutukluların, uzun vadeli
kazanım projesine motivasyonları düşük oluyor.
Dalgın Sular göç
yollarında: Adapazarı
Adapazarı, bütün şehir halkı, çok yakın geçmişe dair bir
travmanın anısıyla nasıl başa çıkabileceğinin yolunu arıyor. Deprem nasıl hatırlanacak,
hangi izleri silinecek, hangileri korunacak?
Ekip olarak, bir süre sonra Adapazarı’nın "Dalgın Sular evreni" için çok
elverişli bir ortam sağladığını fark ettik: Sürgün ve göç deneyimleri… Enka Okulları öğrencileri, Dalgın Sular'ın fantastik karakteri Gupse’nin (bebeğini satan kadın) 1840’da Abhazya’dan başlayıp, İstanbul - Beyazıt’a kadar süren "sürgün" hikayesini yarattılar.
Dalgın Sular’ın İstanbul’daki iki tanıtım sergisinden sonra, projeyi destekleyen ilk ürün Adapazarı’nda oluştu. Abhaz Dernekleri ve Adapazarı Kafkas Kültür Derneği’nin katkıları ile sanatçı Raziye Kubat’ın gerçekleştirdiği linotip (muşamba baskı) atölyesi ve "Sürgünlerin İzinde/Nani" çalışması, Kefken ""Çerkes Sürgünü Anma Etkinliği" çerçevesinde
sergilendi.
Küçükçekmece’deki "Ayazma Mahallesi" kentsel dönüşümün ilk
kurbanlarından biriydi, yıkım kararı 2004 yılında alındı. Evlerini kaybeden
mahalle sakinleri, çadırlarda yaşamaya zorlandı; daha sonra 2008’de çadırları da
yıkıldı. Dalgın Sular'ın ilk cildinin ana gövde hikayesini Ayazma Mahallesi ve
çocukları oluşturdu. Onların fantastik hikayeleri; başka türlü de olabilecek
bir hayata dair ipuçları, izleri taşıyor.
Tohumlar ve Tasavvurlar
Ekilmiş ve yeşereceği umulan tohumlar var: Eylül 2012’ye
kadar Nişantaşı’ndaki "Aralık Derneği" projeye ev sahipliği yaptı, Eylül ayında Karaköy’de Dalgın Sular ofisi açıldı. Ofis, Eylül 2013’de Kadıköy’e taşındı.
Karaköy'deki ofis için bir açılış yapmak ve bunu bir
performans ile renklendirmek kimin aklına geldi, hatırlamıyorum. Kendimi
provalar sırasında koreograflık etmeye yeltenir, açılış gecesinde "meddahlık" ederken bulmaya ne kadar hazırdım, bilmiyorum.
O geceden bu yana Dalgın Sular, bir performans grubuna
kavuştu. Bu performans grubunun bir ayağı, Dalgın Sular hikayesi üzerinden Adapazarı Enka
Okulları Tiyatro kulübü içerisinde çalışmalarını bir oyun üzerinden devam
ettiriyor.
Derginin bugüne kadar ki faaliyetleri için, Abhaz Federasyonu
ve Kafkas Kültür Derneği dışında hiçbir "resmi yardım" almayı başaramadık. Oysa
daha yola çıkarken, başta belediyeler olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşların
bu heyecanı paylaşacağını ummuştuk, geriye heyecan kaldı. Bizi bugüne taşıyan, ortak “derlenmiş” heyecanların toplamı…
Bu ortak heyecanın başka türlü kaynaklardan beslenmesi gerekiyor. Bilindiği
gibi, marifet iltifata tabidir.
Sonuç yerine Adapazarı
by night
Kişisel olan nerede bitiyor, kolektif olan nerede başlıyor?
Bir yıldan uzun bir süre önce çalışma arkadaşlarımızdan bazıları ile
paylaştığım bir mektup:
“Adapazarı… şimdi de ben bir an için çok fazla ve içli
konuşabilir miyim? Cumartesi gecesi bir an vardı… Paraya dair endişelerin, benim
heyecanıma, yaratıcılığıma, enerjime dair aldığım bütün iltifatların,
teşhirciliğime, uçuk-kaçıklığıma, romantizmime dair aldığım tüm eleştirilerin
uğultusunun dindiği bir an oldu. Gece yarısına doğru “Adapazarı by night”
yapmak üzere bir yürüyüşe çıktım. O zaman anladım ki, yorgunluğumun o an içime
dolan duyguyu hissetmeme izin verecek kadar dinmesini beklemek için uyanık
kalmam gerekiyormuş.
Projeye başladığımdan beri ilk defa, bir iyiliğe vesile
oluyor olduğumun duygusunu iliklerime kadar hissettim. Gün boyu bana anlatılmış
Kafkas sürgün hikayeleri, ölü çocuğunu denize atmamaları için ona ninni
söylemeye devam eden annenin ninnisi, o ninniyi Abhazca okuyan yüz yaşındaki
adamın yüz ifadesi, orada toplanmış insanların enerjisi, huysuzlukları, Metris
cezaevi müdürünün heyecanlı yüz ifadesi, daha tanımadığım suçlu gençlerin
yüzleri, Dedemin masalları, hepsi ama hepsi bir an için önümde, etrafımda
toplandılar. “Hah işte!” dedim, “logos dediğimiz de bu derleme, zaten libido da
onun öbür adı… Hakikat de bu.” Evet, gözlerim bu noktada dolmuştu…”
Zaman zaman hala hissedebildiğim, benim için hala gücünü
koruyan bir imge… Buna rağmen bugün baktığımda biraz yanıltıcı buluyorum,
mutluluğu hatta hakikati öyle bir anla özdeşleştirmeyi. Tarifler ne olursa olsun, kendimizi ortak bir hikayeye yerleştirebildiğimiz ölçüde her şey çok daha keyifli olacak.