Dalgın Sular’ın ne olduğunu anlatmak kadar, kast edileni,
burada yapılmaya çalışılanı anlatmak da kolay olmuyor. İlk tohumlar 1980’lerde
atılmıştı, “Defter çevresi” diye anılacak arkadaşların iş sonrası muhabbet
meclislerinde… Ardından hikâyeler gelirdi. Birinin başladığı hikayeyi bir
başkası sürdürür, bazen hikaye ertesi akşam kaldığı yerden devam eder, bazen
unutulurdu.
Zamanla bu anlatı ve evreni unutulmaya yüz tuttu. Ta ki, 2012
Aralık ayının geç bir akşam saatine kadar…
Bastırılmış olanın geri dönüşü
Psikanalizin imkanları üzerine verdiğim derslerden birini
akşamında, iki genç arkadaşa bu hikayelerden söz ettim. Hayal bile edemezdim o
akşam konuşulanların buralara varacağını… Mart ayına gelindiğinde, “proje” diye
anılan bir eylem ve doksan kişiyi bulan bir grup ortaya çıkmıştı. Bu dönemde
içinde şöyle bir metin oluşturmuştuk:
“Bu projede, Yahya Kemal’den esinlenerek “dalgın sular” diye
adlandırılmış bir anlatı evreni, resim ve öykülerle var edilmeye
çalışılacaktır. Haliç’in geçmişini “kusmakta” olduğu anlaşılacak; İstanbul tamamen geçmişiyle iç içe geçmiş bir hayat sürmeye başlayacaktır.”
Sergiler
Aralarında üslup, öğreti bilirliği olmayan, sırf bu projenin
heyecanı ile bir araya gelmiş 11 sanatçı ile Mart – Nisan aylarında “Dalgın
Sular” tanıtım sergileri açıldı. İlk sergi Nişantaşı’nda Galeri Atölye’de,
ikinci sergi ise Kadıköy’de Galeri Asfalt’da gerçekleşti.
Metris
İlk evrelerde sıkça başvurduğumuz kavram, Latife Tekin’in
1980’lerde terimleştirdiği “yoksulların enerjisi” kavramıydı. Bu arada hem eğitim vermeyi,
hem de birlikte çalışmayı hedeflediğimiz bu kesimlere nasıl ulaşacağımızı
düşünüyorduk.
Projeye katılan arkadaşlar arasında cezaevlerinde çalışmış
kişilerin bulunması ve CİSST (Cezaevleri ve İnfaz Sisteminde Sivil Toplum)
Derneği’nin verdiği katkı, bizi ilk olarak cezaevlerinde çalışmaya yöneltti. Bir açıdan bakıldığında 2012 yılı Mayıs - Eylül ayları arasında
Metris Cezaevi’nde sürdürülen çalışma başarısız oldu. Dergide kullanılabilecek
türden hikaye ya da çizimlerin üretilmesini sağlayamadık. Bugünden baktığımda
bu başarısızlığın esas nedenin, mahkûmlarla değil, tutuklularla çalışmak
olduğunu düşünüyorum. Mahkûmiyetleri kesinleşmemiş tutukluların, uzun vadeli
kazanım projesine motivasyonları düşük oluyor.
Dalgın Sular göç yollarında: Adapazarı
Adapazarı, bütün şehir halkı, çok yakın geçmişe dair bir
travmanın anısıyla nasıl başa çıkabileceğinin yolunu arıyor. Deprem nasıl hatırlanacak,
hangi izleri silinecek, hangileri korunacak?
Ekip olarak, bir süre sonra Adapazarı’nın "Dalgın Sular evreni" için çok
elverişli bir ortam sağladığını fark ettik: Sürgün ve göç deneyimleri… Enka Okulları öğrencileri, Dalgın Sular'ın fantastik karakteri Gupse’nin (bebeğini satan kadın) 1840’da Abhazya’dan başlayıp, İstanbul - Beyazıt’a kadar süren "sürgün" hikayesini yarattılar.
Dalgın Sular’ın İstanbul’daki iki tanıtım sergisinden sonra, projeyi destekleyen ilk ürün Adapazarı’nda oluştu. Abhaz Dernekleri ve Adapazarı Kafkas Kültür Derneği’nin katkıları ile sanatçı Raziye Kubat’ın gerçekleştirdiği linotip (muşamba baskı) atölyesi ve "Sürgünlerin İzinde/Nani" çalışması, Kefken ""Çerkes Sürgünü Anma Etkinliği" çerçevesinde
sergilendi.
"Sürgünlerin İzinde/Nani" - Raziye Kubat, Linol Gravür, 2012 |
Yıkılan mahallelerden ütopyaya – Ayazma Mahallesi
Küçükçekmece’deki "Ayazma Mahallesi" kentsel dönüşümün ilk
kurbanlarından biriydi, yıkım kararı 2004 yılında alındı. Evlerini kaybeden
mahalle sakinleri, çadırlarda yaşamaya zorlandı; daha sonra 2008’de çadırları da
yıkıldı. Dalgın Sular'ın ilk cildinin ana gövde hikayesini Ayazma Mahallesi ve
çocukları oluşturdu. Onların fantastik hikayeleri; başka türlü de olabilecek
bir hayata dair ipuçları, izleri taşıyor.
Tohumlar ve Tasavvurlar
Ekilmiş ve yeşereceği umulan tohumlar var: Eylül 2012’ye
kadar Nişantaşı’ndaki "Aralık Derneği" projeye ev sahipliği yaptı, Eylül ayında Karaköy’de Dalgın Sular ofisi açıldı. Ofis, Eylül 2013’de Kadıköy’e taşındı.
Karaköy'deki ofis için bir açılış yapmak ve bunu bir performans ile renklendirmek kimin aklına geldi, hatırlamıyorum. Kendimi provalar sırasında koreograflık etmeye yeltenir, açılış gecesinde "meddahlık" ederken bulmaya ne kadar hazırdım, bilmiyorum.
O geceden bu yana Dalgın Sular, bir performans grubuna kavuştu. Bu performans grubunun bir ayağı, Dalgın Sular hikayesi üzerinden Adapazarı Enka Okulları Tiyatro kulübü içerisinde çalışmalarını bir oyun üzerinden devam ettiriyor.
Derginin bugüne kadar ki faaliyetleri için, Abhaz Federasyonu
ve Kafkas Kültür Derneği dışında hiçbir "resmi yardım" almayı başaramadık. Oysa
daha yola çıkarken, başta belediyeler olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşların
bu heyecanı paylaşacağını ummuştuk, geriye heyecan kaldı. Bizi bugüne taşıyan, ortak “derlenmiş” heyecanların toplamı…
Bu ortak heyecanın başka türlü kaynaklardan beslenmesi gerekiyor. Bilindiği
gibi, marifet iltifata tabidir.
Sonuç yerine Adapazarı by night
Kişisel olan nerede bitiyor, kolektif olan nerede başlıyor?
Bir yıldan uzun bir süre önce çalışma arkadaşlarımızdan bazıları ile
paylaştığım bir mektup:
“Adapazarı… şimdi de ben bir an için çok fazla ve içli
konuşabilir miyim? Cumartesi gecesi bir an vardı… Paraya dair endişelerin, benim
heyecanıma, yaratıcılığıma, enerjime dair aldığım bütün iltifatların,
teşhirciliğime, uçuk-kaçıklığıma, romantizmime dair aldığım tüm eleştirilerin
uğultusunun dindiği bir an oldu. Gece yarısına doğru “Adapazarı by night”
yapmak üzere bir yürüyüşe çıktım. O zaman anladım ki, yorgunluğumun o an içime
dolan duyguyu hissetmeme izin verecek kadar dinmesini beklemek için uyanık
kalmam gerekiyormuş.
Projeye başladığımdan beri ilk defa, bir iyiliğe vesile
oluyor olduğumun duygusunu iliklerime kadar hissettim. Gün boyu bana anlatılmış
Kafkas sürgün hikayeleri, ölü çocuğunu denize atmamaları için ona ninni
söylemeye devam eden annenin ninnisi, o ninniyi Abhazca okuyan yüz yaşındaki
adamın yüz ifadesi, orada toplanmış insanların enerjisi, huysuzlukları, Metris
cezaevi müdürünün heyecanlı yüz ifadesi, daha tanımadığım suçlu gençlerin
yüzleri, Dedemin masalları, hepsi ama hepsi bir an için önümde, etrafımda
toplandılar. “Hah işte!” dedim, “logos dediğimiz de bu derleme, zaten libido da
onun öbür adı… Hakikat de bu.” Evet, gözlerim bu noktada dolmuştu…”
Zaman zaman hala hissedebildiğim, benim için hala gücünü
koruyan bir imge… Buna rağmen bugün baktığımda biraz yanıltıcı buluyorum,
mutluluğu hatta hakikati öyle bir anla özdeşleştirmeyi. Tarifler ne olursa olsun, kendimizi ortak bir hikayeye yerleştirebildiğimiz ölçüde her şey çok daha keyifli olacak.
Murat İskender Savaşır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.