Fantastik evrenimiz içinde ÖKGE, "devlet aklı"nın 1980'lerdeki yeni bir yapılanması. ÖKGE'nin asıl kuruluş amacı, turizm sektörünün düzenini sağlamak ama 80’lerdeki Haliç olayı ile zamanın dokusundaki yırtılmanın gizlenmesi görevi, ÖKGE'ye verilmiş. ÖKGE, gizli ve açık eylemlerindeki sert müdahaleleri nedeniyle, halk tarafından alaycı bir tutumla “Ökkeşler” diye anılmakta. ÖKGE, İstanbul’da vuku bulan “ölümden" dirilenleri, “Getto” adı verilen bir
gösteri alanında toplayıp, şehir yaşamına-sisteme dâhil etmeye
çalışır. Fakat bu turistik amaç, kısa zamanda "patlama" ile karşılaşacaktır.
ÖKGE'ye dair bir eskiz
ÖKGE’nin yönetim kadrosundaki karakterlerin kişilikleri ve
geçmişleri ise, onların “devlet aklı” içindeki eylemlerini muğlak kılacaktır. “Dirilenler”
vakaları ile bizde devlet bürokrasisinden üç kişi ile tanışırız: Alp Akman, Yusuf Bey, Arkadaş…
Alp Akman
Babasını üç yaşında kaybettikten sonra, annesi ile amcasının yanına sığındı. Babasının neden öldüğünü kimse ona anlatmadı, kendisi de pek sorup araştırmadı. İlkokulu bitirdikten sonra Ankara Koleji’ni burslu olarak okudu. Kolej yıllarında zengin çocukların yanında burslu okumanın ezikliğini yaşadı. İstediği okulu, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi.
Mezun olduğunda ÖKGE yeni kurulmuştu, hemen başvurdu. Kısa zamanda, zekâsı ve çalışkanlığı ile ÖKGE’de yükseldi. Zamanın dokusunun yırtıldığı 1980’lerde, geleceğin “genel müdür adayları” arasında gösterilen "genç bir amir" olmuştu.
Alp öfkeli. Hem dirilenlere, hem "kolej çocuğu" gibi gördüğü Yusuf Bey'e öfkeli! Devlet aklının gizlenmeyi gerektirdiğini düşünüyor!
Yusuf Bey
Yusuf Bey, ÖKGE'nin başındaki kişi. Kendisini
“liberal muhafazakâr” diye tanımlamaya çalışıyor. Bu tanımlamanın derinliklerinde, kendisinin dahi nüfuz edemediği "aile tarihi" ile olan karmaşık ilişkisi aşikâr.
Geçmişini hem örtmeye, hem de ifade etmeye çalışıyor. Saydamlığa, barış içinde
bir arada yaşamaya inanıyor. Dalgın Sular'in bir başka karakteri Gupse ile kan bağı var.
Olaylarla ilgisinin derecesini belki hiçbir zaman
kavrayamayacak! Kendisi kadar, onu önceleyen "Yusuf" adlı diğer atalarının hikâyeleri
de Dalgın Sular’a zemin teşkil edecek.
Arkadaş
Onu
herkes “Arkadaş Bey” diye biliyor, oysa kendisi resmiyete düşkün biri değil. Arkadaş,
ikisinden de yaşlı, Yusuf Bey'in hocası... Devlet memuru değil, danışman. Her
zaman bulunduğu konumla kendisi arasında bir mesafe bırakmayı, gizliliği esas
almış. Geleceğin siyası kadroları ile ilişkilerini derinleştirmiş ama resmi
hiçbir görev kabul etmemiş.
1970’lerin
sıcak siyasal ortamında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ders vermiş.
Yusuf Bey ile o sırada öğrenci iken tanışmış. Arkadaş, daha sonra Yusuf Bey’in
ÖKGE’ye atanmasında ön ayak olmuş.
Arkadaş Bey, bir danışman. O, yılların entelektüel birikimiyle yaklaştığı olayları estetize etmeden
duramıyor. "Danışmanlık” onun zaman zaman iş olarak yaptığı bir şey değil,
adeta kişiliğinin temel ifadesi...
Dalgın Sular’ın 2012 yılındaki etkinlikleri içerisinde diğer bir "karşılaşma" sanatçı Raziye Kubat ile gerçekleşti. "Kafkas Sürgünü" teması üzerine etkinlik gerçekleştiren sanatçı, hem bir "dalgın sular anlatısı" hem de linotip (baskı muşamba) atölyesi düzenledi. Ortaya çıkan video görsel ve atölye ürünleri "Sürgünlerin İzinde/Nani" çalışması adıyla, Adapazarı Kafkas Kültür Derneği tarafından düzenlenen "Kefken Çerkes Sürgünü Anma Etkinliği" çerçevesinde sergilendi.
Raziye Kubat - Sürgünlerin İzinde/Nani
Raziye Kubat, linotip baskı atölyesi, Adapazarı, 2012
çocuklar linotip atölyesinde üretirken, Adapazarı, 2012
çocuklar linotip atölyesinde, Adapazarı, 2012
"Dalgın Sular / dergi ve sosyal sorumlukluk projeleri kapsamında verilen eğitim serüvenine eşlikte, yolum Adapazarı'nda Abhaz halkıyla buluştu. "Sürgünlerin İzinde / Nani" çalışması aynı zamanda yeni başladığım başka bir projenin de bir parçasıdır. Bu video, zorla göçe ve vazgeçişe maruz bırakılmış tüm halklara ve insanadır. Şiir: Bagrat Şinkuba Raziye Kubat"
Dalgın Sular’ın ne olduğunu anlatmak kadar, kast edileni,
burada yapılmaya çalışılanı anlatmak da kolay olmuyor. İlk tohumlar 1980’lerde
atılmıştı, “Defter çevresi” diye anılacak arkadaşların iş sonrası muhabbet
meclislerinde… Ardından hikâyeler gelirdi. Birinin başladığı hikayeyi bir
başkası sürdürür, bazen hikaye ertesi akşam kaldığı yerden devam eder, bazen
unutulurdu.
Zamanla bu anlatı ve evreni unutulmaya yüz tuttu. Ta ki, 2012
Aralık ayının geç bir akşam saatine kadar…
Bastırılmış olanın geri
dönüşü
Psikanalizin imkanları üzerine verdiğim derslerden birini
akşamında, iki genç arkadaşa bu hikayelerden söz ettim. Hayal bile edemezdim o
akşam konuşulanların buralara varacağını… Mart ayına gelindiğinde, “proje” diye
anılan bir eylem ve doksan kişiyi bulan bir grup ortaya çıkmıştı. Bu dönemde
içinde şöyle bir metin oluşturmuştuk:
“Bu projede, Yahya Kemal’den esinlenerek “dalgın sular” diye
adlandırılmış bir anlatı evreni, resim ve öykülerle var edilmeye
çalışılacaktır. Haliç’in geçmişini “kusmakta” olduğu anlaşılacak; İstanbul tamamen geçmişiyle iç içe geçmiş bir hayat sürmeye başlayacaktır.”
Sergiler
Aralarında üslup, öğreti bilirliği olmayan, sırf bu projenin
heyecanı ile bir araya gelmiş 11 sanatçı ile Mart – Nisan aylarında “Dalgın
Sular” tanıtım sergileri açıldı. İlk sergi Nişantaşı’nda Galeri Atölye’de,
ikinci sergi ise Kadıköy’de Galeri Asfalt’da gerçekleşti.
Metris
İlk evrelerde sıkça başvurduğumuz kavram, Latife Tekin’in
1980’lerde terimleştirdiği “yoksulların enerjisi” kavramıydı. Bu arada hem eğitim vermeyi,
hem de birlikte çalışmayı hedeflediğimiz bu kesimlere nasıl ulaşacağımızı
düşünüyorduk.
Projeye katılan arkadaşlar arasında cezaevlerinde çalışmış
kişilerin bulunması ve CİSST (Cezaevleri ve İnfaz Sisteminde Sivil Toplum)
Derneği’nin verdiği katkı, bizi ilk olarak cezaevlerinde çalışmaya yöneltti. Bir açıdan bakıldığında 2012 yılı Mayıs - Eylül ayları arasında
Metris Cezaevi’nde sürdürülen çalışma başarısız oldu. Dergide kullanılabilecek
türden hikaye ya da çizimlerin üretilmesini sağlayamadık. Bugünden baktığımda
bu başarısızlığın esas nedenin, mahkûmlarla değil, tutuklularla çalışmak
olduğunu düşünüyorum. Mahkûmiyetleri kesinleşmemiş tutukluların, uzun vadeli
kazanım projesine motivasyonları düşük oluyor.
Dalgın Sular göç
yollarında: Adapazarı
Adapazarı, bütün şehir halkı, çok yakın geçmişe dair bir
travmanın anısıyla nasıl başa çıkabileceğinin yolunu arıyor. Deprem nasıl hatırlanacak,
hangi izleri silinecek, hangileri korunacak?
Ekip olarak, bir süre sonra Adapazarı’nın "Dalgın Sular evreni" için çok
elverişli bir ortam sağladığını fark ettik: Sürgün ve göç deneyimleri… Enka Okulları öğrencileri, Dalgın Sular'ın fantastik karakteri Gupse’nin (bebeğini satan kadın) 1840’da Abhazya’dan başlayıp, İstanbul - Beyazıt’a kadar süren "sürgün" hikayesini yarattılar.
Dalgın Sular’ın İstanbul’daki iki tanıtım sergisinden sonra, projeyi destekleyen ilk ürün Adapazarı’nda oluştu. Abhaz Dernekleri ve Adapazarı Kafkas Kültür Derneği’nin katkıları ile sanatçı Raziye Kubat’ın gerçekleştirdiği linotip (muşamba baskı) atölyesi ve "Sürgünlerin İzinde/Nani" çalışması, Kefken ""Çerkes Sürgünü Anma Etkinliği" çerçevesinde
sergilendi.
Küçükçekmece’deki "Ayazma Mahallesi" kentsel dönüşümün ilk
kurbanlarından biriydi, yıkım kararı 2004 yılında alındı. Evlerini kaybeden
mahalle sakinleri, çadırlarda yaşamaya zorlandı; daha sonra 2008’de çadırları da
yıkıldı. Dalgın Sular'ın ilk cildinin ana gövde hikayesini Ayazma Mahallesi ve
çocukları oluşturdu. Onların fantastik hikayeleri; başka türlü de olabilecek
bir hayata dair ipuçları, izleri taşıyor.
Tohumlar ve Tasavvurlar
Ekilmiş ve yeşereceği umulan tohumlar var: Eylül 2012’ye
kadar Nişantaşı’ndaki "Aralık Derneği" projeye ev sahipliği yaptı, Eylül ayında Karaköy’de Dalgın Sular ofisi açıldı. Ofis, Eylül 2013’de Kadıköy’e taşındı.
Karaköy'deki ofis için bir açılış yapmak ve bunu bir
performans ile renklendirmek kimin aklına geldi, hatırlamıyorum. Kendimi
provalar sırasında koreograflık etmeye yeltenir, açılış gecesinde "meddahlık" ederken bulmaya ne kadar hazırdım, bilmiyorum.
O geceden bu yana Dalgın Sular, bir performans grubuna
kavuştu. Bu performans grubunun bir ayağı, Dalgın Sular hikayesi üzerinden Adapazarı Enka
Okulları Tiyatro kulübü içerisinde çalışmalarını bir oyun üzerinden devam
ettiriyor.
Derginin bugüne kadar ki faaliyetleri için, Abhaz Federasyonu
ve Kafkas Kültür Derneği dışında hiçbir "resmi yardım" almayı başaramadık. Oysa
daha yola çıkarken, başta belediyeler olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşların
bu heyecanı paylaşacağını ummuştuk, geriye heyecan kaldı. Bizi bugüne taşıyan, ortak “derlenmiş” heyecanların toplamı…
Bu ortak heyecanın başka türlü kaynaklardan beslenmesi gerekiyor. Bilindiği
gibi, marifet iltifata tabidir.
Sonuç yerine Adapazarı
by night
Kişisel olan nerede bitiyor, kolektif olan nerede başlıyor?
Bir yıldan uzun bir süre önce çalışma arkadaşlarımızdan bazıları ile
paylaştığım bir mektup:
“Adapazarı… şimdi de ben bir an için çok fazla ve içli
konuşabilir miyim? Cumartesi gecesi bir an vardı… Paraya dair endişelerin, benim
heyecanıma, yaratıcılığıma, enerjime dair aldığım bütün iltifatların,
teşhirciliğime, uçuk-kaçıklığıma, romantizmime dair aldığım tüm eleştirilerin
uğultusunun dindiği bir an oldu. Gece yarısına doğru “Adapazarı by night”
yapmak üzere bir yürüyüşe çıktım. O zaman anladım ki, yorgunluğumun o an içime
dolan duyguyu hissetmeme izin verecek kadar dinmesini beklemek için uyanık
kalmam gerekiyormuş.
Projeye başladığımdan beri ilk defa, bir iyiliğe vesile
oluyor olduğumun duygusunu iliklerime kadar hissettim. Gün boyu bana anlatılmış
Kafkas sürgün hikayeleri, ölü çocuğunu denize atmamaları için ona ninni
söylemeye devam eden annenin ninnisi, o ninniyi Abhazca okuyan yüz yaşındaki
adamın yüz ifadesi, orada toplanmış insanların enerjisi, huysuzlukları, Metris
cezaevi müdürünün heyecanlı yüz ifadesi, daha tanımadığım suçlu gençlerin
yüzleri, Dedemin masalları, hepsi ama hepsi bir an için önümde, etrafımda
toplandılar. “Hah işte!” dedim, “logos dediğimiz de bu derleme, zaten libido da
onun öbür adı… Hakikat de bu.” Evet, gözlerim bu noktada dolmuştu…”
Zaman zaman hala hissedebildiğim, benim için hala gücünü
koruyan bir imge… Buna rağmen bugün baktığımda biraz yanıltıcı buluyorum,
mutluluğu hatta hakikati öyle bir anla özdeşleştirmeyi. Tarifler ne olursa olsun, kendimizi ortak bir hikayeye yerleştirebildiğimiz ölçüde her şey çok daha keyifli olacak.
22 Ekim’de başlayıp yıl sonuna kadar sürdürülecek olan Modernizm
Sohbetleri’nde ağırlıklı olarak görsel sanatlar üzerinde durulacaksa da, sık
sık diğer sanatlara, siyasal olaylara ve sanatsal olan ile tarihsel olan
arasındaki ilişkiye de değinilecektir. Her bir oturumun, kendi başına
izlenebilir bir bütün oluşturması için özen gösterilecektir. Bu anlamda tekil,
ara katılımlar mümkündür.
İzlenim: Gün Doğumu - C. Monet
Etkinlik dizisinde Romantizm, İzlenimcilik, Dışavurumculuk v.b. gibi bir çok akımın; Modernizm ile arasındaki ilişki incelenecektir. Modern sanat denilince ilk akla gelen; Goya, Monet, Van Gogh, Picasso, Klee, Munch v.b. sanatçıların eserleri, anlatının görsel malzemelerini oluşturacak ve bu bağlamda tarihi-güncel olaylar üzerinden modernite tartışılacaktır.
İskender Savaşır ve ekibi Ayazma, Adapazarı ve Metris Cezaevi'nde yaptıkları atölyelerden yola çıkarak haftalık bir çizgi roman dergisi hazırladılar: Dalgın Sular
haber: Tuğba Tekerek - 31.05.2013
Taraf Gazetesi
Taraf gazetesi "Etraf" eki: Dalgın suya bir çiz, göreceksin
Onlarca insan farklı atölyelerde "geçmişten birilerini diriltikleri" hikayeler yazıyor. Hikayeler daha sonra çizgi romana dönüşüp Dalgın Sular'ın fantastik evreninde bir araya geliyor. Aynı zamanda bir geçmişle barışma projesi olan Dalgın Sular dergisinin şimdiye kadar üç sayısı çıktı.
haber: Seçil Altınışık - 20.07.2013
Taraf gazetesi "Etraf"
"Düz bir hikaye yazmıyoruz biz"
Taraf gazetesi "Etraf"
Radikal Kitap: Başlangıçta sadece karanlık vardı
İskender Savaşır'ın önderliğinde bir grup yazar ve çizerin deprem, göç mağduru ve tutuklu gençlerle birlikte başladıkları "Dalgın Sular" projesi, şimdi çizgi roman olarak raflardaki yerini aldı. 28.06.2013
Radikal Kitap
Hürriyet Daily News: Dalgın Sular Brings Life To Graphic Novel
Dalgın Sular, Turkey's first collective comic book or graphic novel project, brings together dozens of amateur and professional writers, illustrators and contributors of all kinds. Initiated by writer and poet İskender Savaşır, Dalgın Sular was established to create a communication and rehabilitation platform for traumatized children and young people, using comic books as a vehicle.
haber: Emrah Güler - 26.08.2013
Hürriyet Daily News
Akşam gazetesi: Çizgiyle isyan, çizgiyle terapi
Geçmişten gelip günümüz hayatına karışan insanlar... Deprem ve kentsel dönüşüm bölgelerine uzana fantastik hikayeler... Psikolog İskender Savaşı'ın öncülük ettiği "Dalgın Sular" adlı çizgi roman çalışması, Türkiye'nin farklı yerlerindeki "risk gruplarının" ortak çabasıyla yürütülen orjinal bir proje...
haber: Eyüp Tatlıpınar- 27.07.2013
Akşam gazetesi
Psikeart Dergisi - Dalgın Sular: Her yer Haliç, her yer diriliş
"Gezi, izini kaybettiğimiz imkanı diriltip bizim gözümüze soktu, kamu denen yerin ve müşterek olanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Dalgın Sular'in hedefi tam da böyle bir şey."
Psikeart Dergisi "Uzlaşma" başlıklı Eylül sayısı, söyleşi: Tuncay Gürhan, 01.09.20133
Gupse, "Dalgın Sular" çizgi roman evreninde fantastik bir karakterdir ama hikayesi, tarihsel gerçeklerden beslenmektedir. Gupse hikâyesinin yazım çalışmaları, "Dalgın Sular" kolektifinin Adapazarı
katılımcıları tarafından geliştirilmiştir.
Gupse, 1840’larda Kafkasya’da doğmuştur; rivayetlere göre, geçmişi
İskitlere kadar uzanan Abhaz bir ailenin güzel kızıdır. Gupse,
asker kökenli bir Rus ile evlenir ve bir oğlları olur fakat bu evlilik, hem Rus
hem de Abhaz çevreleri tarafından hoş karşılanmaz. Bir süre sonra Gupse’nin kocası, Kırım
Savaşı’na katılır ve ardından “ölüm haberi” gelir.
Gittikçe yalnızlaşan Gupse, bir gün ibadet etmek için ormana gider ve orada Hain ile karşılaşır. Hain, Dalgın Sular evrenindeki Yedi
Uyurlar'ın ölümlülüğe öfkeli kahramanı olarak çatışma ve savaş nerede ise, oraya
gitmektedir. Hain, ormanda Gupse’yi görür; genç kadın, “hayat ağacı”nın altına
oturmuş dua etmektedir. Hain, gördüğü kadının güzelliğinden büyülenir ve ona
yaklaşır.
1860’ların başlarında “Kafkas Sürgünü”
meydana gelir. Gupse, “zorunlu göç” sonucu yollara düşer. Onu,
sürülen Kafkas halklarını taşıyan teknelerin birinde görürüz. Tekne, Kefken – Adapazarı’nda karaya vurur. Daha
sonra Gupse, İstanbul’a ulaşır. Gupse, çaresizdir ve yanında
Hain’den olan oğlu vardır. Kendini tükenmiş hisseden Gupse, oğlunu Beyazıt'taki "pazar"da satar.
Ama çocuğunu sattığı ve satmaktan vazgeçtiği an, “Vazgeçtim” diye bağırır. Bu an, aynı
zamanda Gupse'nin “bugün”e dirildiği an olur.
Fantastik evrenimizin
çıkış noktası, 1980’lerde Haliç’in dibi temizlenirken, bir şey olduğu
İstanbul’un "geçmişini kusmaya" başladığı idi.
Hikayenin bugününe baktığımızda İstanbul, “geçmişiyle iç içe yaşıyor”
olmaktan ötürü neredeyse kilitlenme noktasına geliyor. İstanbul’un değişik
yerlerine dağılmış ve birbirlerinden bağımsız dirilenler (yeniden
canlananlar) ile İstanbul’un bir arada yaşadığı bir evrenden söz ediyoruz.
Çizgi roman olarak kolektif üretim sürecine girdikten sonra, bu olanı “zamanın
dokusunun yırtılması” olarak tarif etmeye başladık. Ve bunun tarihte ilk kez
yaşanmadığına ikna olduk.
Fantastik
evrenimizin zemini şuydu: Tarihte “zamanın dokusunun yırtıldığı ve geçmişin
geri gelmeye başladığı” anlar olmuştur. Ancak tarihteki böylesi
olaylar hep belirli mekanlarla sınırlı kalmıştır. 1980'ler itibariyle yaşanmaya
başlayan zaman yırtılmasının ayır edici yönü ise, merkezi İstanbul olmakla
birlikte, ölçeğinin küresel olmasıydı.
Fantastik
bir evren içindeyiz ama geçmişin ve tarihin gerçekliğinden varlık kazanmış bir
evren!
Zamanın
dokusunun neden yırtıldığı hakkında bir takım fikirlerimiz, hayallerimiz ve
belki de hakikatlerimiz var ama hiçbir zaman tam olarak bilmiyoruz.
"Kolektif Bir Sanat İçin: Zemin, Sorunlar,
Ufuklar"
6-7-8 Eylül 2013 – İzmir ve Şirince
İskender Savaşır, Zeynep Sayın, Ayşe
Çavdar, Necdet Subaşı, İhsan Metin Erdoğan ve Doğan Karabulut'un katılımıyla,
Kuşaklar Silsilesi,
Taşranın Ruhu,
Zamanın Dokusu Ne Zaman Yırtılır? Ve Yedi Uyurlar
İzmir Hakkında Konuşulmayanlar,
Cumhuriyet
Dönemi’nden bu yana, İzmir’in kültürel anlamda kendinden beklenileni verip
veremediği tartışıladursun, oturduğumuz yerden bu tartışmanın sonucunu
beklemeye niyetimiz yok. Aksine buna bir son vermek için gerekli olan
entelektüel hareketlenmenin, küçük de olsa bir adımını atmış olmanın heyecanını
taşıyoruz. Sizde, bu başlıkların en az birine yakınlık duyuyor, dinlemek
ve tartışmak istiyorsanız; 6-7-8 Eylül'de İzmir Enstitü'de buluşalım.
Programın 8 Eylül'deki oturumu,
Şirince'de bulunan Tiyatro Medresesi'nde ve Yedi Uyurlar Mağarası'nda yapılacaktır.
Programın
Detayları
6 Eylül
Cuma
18.00 - Açılış ve Dinleti
19.00 - Film Okuma: İhsan Metin Erdoğan (Eternal
Sunshine of the Spotless Mind)
Gece
Kraliçesi, tarihte gerçekten yaşamış bir kişilik değildir. O, Mozart’ın “Sihirli Flüt” operası için
yaratılmış bir figürdür. Gece Kraliçesi, ilk kez 1791’de Viyana’da,
Mozart’ın operasıyla biz “fanilere” ve dünyaya kendini tanıtmıştır. Ece, daha sonra Dalgın Sular’a karışıp zaman
içinde yüzlerce yüz olmuştur.
Çizim: Fırat Bingöl
Biz,
Dalgın Sular fantastik evrenindeki Gece Kraliçesi’ni tarih ve zaman
içerisindeki aksaklıkları düzeltmek için icat ettik. (yada ödünç aldık) Gece Kraliçesi,
tabi ki bir süper kahraman ama batılı örneklere göre kıyasla daha ulvi ve
insani yanları içinde barındırıyor. Ece’nin
amacı, zamanın dokusu yırtıldığında oluşan arızalara “akışkanlık-düzen“
kazandırmaktır. O, anlatı evrenimizdeki eylemlere hareket kazandırırken, bize; gecenin, uykunun, karanlığın, aklın,
akıldışının, düzenin hatta sezginin anlamı ve görünümleri üzerine düşünme fırsatı
sağlıyor.
Gece
Kraliçesi, gecenin karanlığında ölümün muğlak olduğunun farkındadır ve bu
yüzden çoğunlukla ölümden gelenlerin, yani dirilenlerin yanındadır. Dalgın
Sular’da, Ece’nin Yedi Uyurlar’ın en büyüğü Hadrianus ile özel bir bağı bulunmaktadır.
Gece
Kraliçesi, gece ile gündüz, ölüm ile yaşam arasında varolan mekân ve zamanda
meydana gelen düğüm ve kördüğümleri çözmek için biz insanların arasındadır.
Çizim: Dinç Onur Aydın
Gece Kraliçesi ve Hızır, geleneksel
teolojide “melek” kavramı ile işaret edilmeye çalışan bir üst irade seviyesinde
yer almaktadırlar. Ama aynı zamanda bu iki kahramanımız, insanı boyut ve
şahsiyet taşımaktadır. İkisininde üst iradesinin
vuku bulması insanlarla, bizlerle temasına bağlıdır.
Gece
Kraliçesi ve Hızır “zamanın dokusu yırtıldığında” meydana gelen düzensizliği
tamir etmeye, tekrar zamanda ve dünyada düzeni/ahengi sağlamaya çalışır.Fakat Gece Kraliçesi ile Hızır arasında
önemli bir fark vardır. İki süper/ulvi kahramanımız aynı ortak motivasyon
ile hareket etseler dahi, farkı davranışlar göstermektedirler. Çünkü Gece
Kraliçesi’nin dünyanın / varlığın düzeninden anladığı ile Hızır’ın anladığı farklıdır.
Bu sebeple iki kahramanımızın da zaman
içindeki yırtılmaya yapacakları müdahale farklı olacak, çoğu zamanda karşı
karşıya geleceklerdir.
Gece
Kraliçesi, bir “melek” olarak zamanın dokusunu / düzeni tek başına tamir edecek
güce muktedir değildir. Bu yüzden O, diğer insanların ve belki de Hızır’ın
yardımına ihtiyaç duyar.Çünkü zaman, insanlığındır ve tarihindir. Zamanın
dokusunda iyileştirme yapacak olan Ece, dokuyu insanlar olmadan onaramaz.
Gece
Kraliçesi, varlık halinin sonucu olarak “zaman” üzerine yapacağı iyileştirmede karanlıktan hareket ederek, gecenin hakimiyetini kurmaya çalışacaktır.O,
insanların enerjisini ve hikayelerini derleyip karanlığa taşımak istemektedir.
Dalgın
Sular evrenindeki dirilenler, ölümden dönenler; karanlığa, muğlak olana, iç
çatışma ve geçmişe daha fazla enerji ve arzu taşıdıkları için; Gece Kraliçesi çoğunlukla ölümden dönenlerin
yanında olacaktır.
Dalgın Sular’ın Gece
Kraliçesi, Varlık’ın vücut-cisim kazanmış hali olabilir, hatta öyledir. Gece
Kraliçesi, ölümden gelenlerin, dirilenlerin bakış açısını temsil eden, onların
dili olmayı deneyen, onların “haklarını gözeten” ilkeler bütünü ve figürdür.